Monte Carlo’da sabaha uyanmak, sonra Cenova sokaklarında yürümek, Portofino’da akşam yemeği yemek ve kalbinin Portofino’da kalması diye birşey varmış.
İkinci gününümüzde de gayet keyifle otelde kahvaltımızı yaptık ve rotamızı Cenova’ya çevirdik. Şehir merkezine yürüyüş mesafesinde antik limanda bir otoparka bıraktık aracı. Biraz farklı karşıladı bizi şehir. İner inmez birkaç genç adam önümüzde durdu ve bugün Afrikalılar günü bu bilekliklerden veya fillerden almanız gerekiyor, bereket bulacak sizi dedi. Epeyce de ısrar ettiler, baktık geçiş yok alalım da bileklikleri bereket sahibi olalım bari dedik. Velhasıl bereketli bir tatil oldu diyelim. 🙂 Neyse durmak yok yürümeye devam, 16. 17. yüzyıldan kalma tarihin içerisine keşif vakti.
Dar sokaklarındaki o minik pizzacıların, şeker dükkanlarının, kiliselerin arasından yürüdük salına salına. Cenova’nın en meşhur yerlerinden Ferrari Meydanı’na(Piazza De Ferrari) vardık sonunda. Meydanın tam ortasında kocaman bir havuz, belki de bu havuz eski zamanlarda aşıkların buluşma yeriydi. “Güneş batmadan havuzun başında buluşalım sevgili.” 🙂
Sonra Düklük Sarayı’na düştü yolumuz; “Palazzo Ducale”, oadan da usul usul yürüyerek kendimizce şehrin havasını soluduk. Ara sokaklarda pizzacılardan birer dilim pizza tadımlamayı atlamadık. Bir ara minicik bir meydana düştü yolumuz, bence Cenova’non en tatlı yerlerindendi. S.Lorenzo Kilisesi’nin önü oluyor kendisi. Minik bir pazar yeri gibi olan minik meydan. Burdan da Via S. Lorenzo üzerinden devam ettik ve antik liman denilen Porto Antico’ya vardık. Aslında giriş anında bahsettiğim Afrikalı’lar vardı ya bu şehir ayrıca duyduğum kadarıyla en yoğun Afrika göçünü alan şehirler arasında diyebiliriz.
Cenova’dan ayrılmak üzere limana doğru indik. Limanda “Pirates” filminde kullanılan korsan gemisi demirlenmiş durumda, biz pek fotoğraf çekmemişiz detaylıca ama önünde çekilmiş fotoğrafı paylaşacağım oradan görebilirsiniz. İçi de gezilebiliyormuş. Biz görmeyi tercih etmedik ama bir akvaryum olduğunu da biliyorum. Cenova’ya dair aklımda kalan iki yer Cenova Sperone Kalesi ve Kolombo’nun evi, giderseniz vaktiniz olursa belki sizin de ilginizi çekebilir.
Ve yolcu yolunda gerek der Portofino’ya yol alırız. Bu gezinin incisi niteliğinde benim için bu sahil kasabası. Naturel bir koy ve liman sevenler için bu kadar keyiflisi nadiren bulunur. Limandaki doğallık, üzerindeki restoranların yalınlığı, restoranda olup da liman kıyısına ayaklarını uzatarak şarap içenler, minicik taburelere kondurulmuş peynir çeşitlerini tadanlar, meydana doğru uzanan sandalyeler, heryerden görünen pembeli çiçekler ve yeşil, ve mavi… Buraya geldiğimizde biraz koyu gezip, biraz yüzecek sonra da gelip tepede villalara ve Castello Brown’a çıkacaktık. Portofino çok küçük bir yer, Via Roma Caddesi zaten gezdik dediğim yer ve çok vaktimizi almadı. Tabi biz biraz salındığımız için yine yarım saati geçmiştir.
Limanın sonmunda denize giren yerli insanlar vardı ancak liman pek de temiz olmaz malum. Oraya geri dönmek üzere kısa süreliğine limandan ayrıldık. Denize girmek için yer ararken acaba kalabalık büyük plajlardan birisine mi girsek, otellerin plajlarına mı gitsek vs derken limandan çıkınca doğu istikametine doğru yürümeye başladık. Küçük bir koy bulduk kendimize.(Domino Home Piccolo Hotel’in denize bakan kıyısı)
Doğallığı hiç bozulmamış taşlık ve hatta büyük kayaların da olduğu bir koy. Bir de kafesi vardı, buz gibi biralarımızı ve cipslerimizi aldık ve birkaç saat keyfimizi yaptık. Bu keyfin ardından Portofino Limana yürümeye başladık. Limandan görülecek önemli yerlerden birisi vardı ki Castello Brown’du, yukarı heyecanla çıkmıştık ki, ne yazık ki saatini kaçırmışız. Tüm bunlar beki de tekrar gelelim diyedir kim billir. 🙂 Yürüdüğümüz yolda bizi meşhur sarı rengiyle San Giorgio Kilisesi karşıladı. Tepede benim için bir ilk daha vardı, söyleyince tuhaf gelecek belki ama Avrupa’da ilk kez bu tipte gördüğüm için olsa gerek; kocaman bir mezarlık. Bembeyaz ve çiçeklerle donatılmış. Hiç mezarlık gibi hissettirmedi bana görünce. Başladık devasal bahçelerin içinde yalıların olduğu patikalardan geçmeye. Hepsi oldukça ilgi çekiciydi. Tepede burna kadar çıktık ve keyfini çıkardık. Artık yemek vaktiydi.
Yine bundan sonra gidecekler için önemli bir detay restoranlara önceden rezervasyon yapma gerekliliğidir. 🙂 Biz atlamıştık ve oturacak yer bulmak oldukça zor oluyor. Mekanlar full doluydu, özellikle de kıyıya ayaklarını uzatarak keyif yapma konforu sunanlar. Sonra kendimize bir restoran bulduk ve çok acıktığımızdan dördümüz de pesto soslu makarna yemeyi tercih ettik. Uzun uzun liman manzarası karşısında yaptığımız keyif sonrası Portofino gecesini kapatmış olduk.
İlgili fotoğraflar aşağıda ve yazımın devamı da bir sonraki bölümde…
Arabayla şehrin içerisindeki ilk turdan görüntü;
Cenova Antik Liman’dan Ferrari Meydan’na doğru yürürken;
En sevdiğim yerlerden, minik pazardan görüntü;
Antik Liman (buradan pek görüntü almamışız 🙁 )
Limandan Castello Brown’a çıktığımızda kapalı olduğunu görünce, etrafı seyre daldık
Ah o muhteşem yalılara giden yollar;
San Giorgio Kilisesi’nin hemen arkasındaki mezarlık diye bahsettiğim yer;
Limandan Castello Brown’a Bakış;
Portofino Liman’da keyif yaptıktan sonra kendimize denize girecek yer ararken gördüğümüz güzellikler;
Yazının devamını buradan okuyabilirsiniz.
Leave a Reply